18 Ağustos 2016 Perşembe

Sarıkız



“Bir kadına aşık olduğunda, senin yalnızca iyi yönlerini görmesini istersin. Doğal olarak kendinle ilgili bazı şeyleri saklarsın, yani seni kötü gösterebilecek şeyleri.” İşte ben de, bu yüzden hayatımın önemli bir yerini dolduran takımımla ilgili gerçekleri, ona karşı saklıyordum. Ankara’dayken İzmir’i ve İzmirliyi övmek adetim olduğundan; bizim takım taraftarlarının tam bir İzmirli olduğunu, tribüne herkesin kız arkadaşıyla rahatlıkla girebildiğini, kimsenin kadın taraftarlara “yan gözle” bakmadığını, tribündeki herkesin gerçek bir centilmen olduğunu sürekli söyledim durdum.
İlişkimizin ilk haftasıydı, Ankara’dan İzmir’e deplasman yaptık. Yani en azından, bizim için deplasman sayılırdı. 16 Ekim 2010 gecesi AŞTİ’ye gittik. “Çorum..Yozgat..Urfa..Siverek..İstanbul..” seslerinin içinden İzmir çıksın diye çok bekledik; çığırtkanlara itibar etmeyecektik ama İzmir’e ucuz yollu gitmenin hesapları içerisindeydik. Büyük firmalarla gidemezdik. Sonunda efsane Sarıkız’ı bulmuştuk. Diğer büyük firmalar da bilet 40 lira iken; Sarıkız’da sadece 25 liraydı. Biraz tedirgin olmuştu. “Sarıkız, çok güzel bir İzmir firmasıdır, güvenilir” diye iş bilir bir tavırla atıldım. Güven vermek istemiştim. “Yok abi Manisa Alaşehir firmasıyız biz” dedi saygıdeğer çığırtkan. “Yav işte her ne boksa” dedim içimden. Aldık biletlerimizi, yola koyulduk. Sevdiğinin yanında zaman su gibi akıp gider derler ya işte o 7 buçuk saatlik yol su gibi akıp geçmişti. Ama efsane Sarıkız’ın, yolda sürekli yolcu indirip bindirmesi, saçma sapan farklı bir güzergah kullanması sebebiyle; 7 buçuk saatlik yol, 10 buçuk saat sürmüştü. İzmir güzeldi. Onunla beraber daha da güzel olacaktı; hissediyordum. Hep hayalini kurduğum gibi sonunda onunla beraber, gönlümüzce; çekirdeğe çiğdem, mısıra darı diyecektik. Belki bir fırsat bulursak domatese domat bile diyebilirdik. İzmir’e iner inmez; İzmir ile ilgili ilk övgü dolu tümcemi kullandım. “İzmir’de semt servisleri var firmaların, otogardan rahatlıkla istediğimiz yere gidebiliriz” dedim. Sordum muavine “Servisleriniz nereden kalkıyor?” diye. “Abi, biz servis hizmeti sağlamıyoruz.” dedi. Olsun yılmadım. Hemen İzmir’de ulaşımın rahatlığından bahsetmeye başladım. Burada çok otobüs beklemeyiz; hemen gelir, çok rahattır İzmir dedim. Durakta 25 dakika beklememiz sonucu otobüs gelmişti. Sonunda İzmir’deydik, Kordon’da. Hemen Pasaport’ta boyoz, yumurta yaptık. Çok beğendi. İzmir ile ilgili bir şey beğendiğinde; sanki ben yapmışım gibi seviniyordum. Çok sevindim “Yaa sana söylemedim mi İzmir farklıdır diye” repliğini hemen yapıştırdım. Her beğendiği şey sonrası, aynı şeyi söylüyordum. İzmir çok farklıydı hakikatten. İzmir’e Altay formamla gelmiştim. Kordon’da tek tük bizim çocuklar görülse de, toplu halde bizimkilere rastlamamıştık. Kahvaltıdan sonra, Konak'a doğru yürürken bizimkilerin kalabalık şekilde bize doğru geldiklerini fark ettim. Altay taraftarı, sevgiliye yan gözle bakmazdı, laf atmazdı, tam bir İzmirliydi, müthiş centilmendi. İçimden bunları geçiriyordum. O, uzun boyu, bembeyaz teni, turuncu saçlarıyla İzmir güzellerinden değildi; çok daha güzeldi, dikkat çekiciydi. Ama bizim çocukların dikkatini çekmesin diye içimden çok dua ettim. Olmadı. Bizimkilere iyice yaklaşmıştık ve içlerinden biri ilk kurşunu sıktı. “Ohh yürü be koçum Altaylı” sonra bir diğeri “Hey yavrum be götür!”...”Gururumuzsun!”...“Bizi iyi temsil et”...“Ablam ben de Altaylıyım”onlar bağırdıkça ben utanıyor, onlar laf atmaya devam ediyordu. Sonunda yanlarından geçtikten sonra “Normalde bizim çocuklar böyle değillerdir ama işte şey olmuş olabilir” gibi sonunu bağlayamadığım tümceler kurmuştum. Bu olayı atlattıktan 4 yıl sonra, aynı yerde ölümden dönecektik.
Maç saatinin yaklaşmasıyla beraber, stadın yolunu tuttuk. O da Altay formasını giyiyor, güzelliğine güzellik katıyordu. O dönem maçları hep açıkta izlediğimden (çünkü Altaylı olmamı sağlayan deli Suat hep açıkta olur.) yine açığa girmiştik. Stada gitmeye başladığım, 98 yılından o güne kadar gittiğim tüm maçlarda tek bir maçı bile oturarak izlememiş; hep bağıran grubun arasında olmuştum. O gün açık tribünün sağ üst köşesinde kendimize bir yer belirlemiş; maçı oturarak takip etmeye karar vermiştik. Takımımla ilgili batıl inançlarım vardır. Maçı tüm dikkatimi vererek izlemesem, o maçı kaybederiz; buna inanırım. O gün maça konsantre olmam mümkün değildi; aklım hep onda ve “Acaba şu an ne düşünüyordur?” diye düşünmekten, maçı izleyemiyordum. Ama maşallah o pür dikkat maçı takip edebilmişti. Ben onu, o da maçı, izliyordu. Neyse sonunda olan oldu; batıl inancım tuttu ve maçı 1-0 kaybettik. Sezon sonunda da ligden düştük. Sonrasında dayanamadık; bir kez daha düştük.
Takımımızın ligden düştüğü, sevgilimizden ayrıldığımız zaman ki üzüntüleri arıyoruz bugünlerde, o haldeyiz. Güzel olan pek bir şey kalmadı buralarda; kutlayacağımız ya da mutlu olacağımız. Yine de 23 Temmuz güzel bir gün. İyi ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.