21 Şubat 2016 Pazar

Telafinin telafisi

Önde siyah merso, arkada bemeve, ben de rence binmiş, kolum dışarda elimde tespih gidiyorum. İlerde polis durdurdu. Dört tane silahlı polis geldi yanıma. İndim aşağı biri geldi, silah var mı arabada, dedi. Yok dedim. Başka bir polis geldi. Ruhsatlı silah var mı, dedi. Yok dedim. Ruhsatsız var mı peki, dedi. Yok dedim. Biri biraz daha ilerde ilk ifademi alır gibi, arabadan biraz uzağa çekti beni. Diğerleri arabayı aramaya başladılar. Hemen yanlarına koştum. Kamerayı ve telefonun ışığını açtım. Şimdi arayın, dedim. Onlarda: Sen devletin polisine güvenmiyorsan git Suriye’de yaşa, gibi bir şey dediler. Çok sinirlendim. Bakın ben bir hafta önce çıktım mahpustan, yok yere beş yıl yattım. Bir beş yıl daha yoktan yere yatamam, dedim. Ekibi de tanıdım ha, sizin amirin çocuğu üniversiteye başlayacaktı bu yıl, kazandı mı sınavı ne oldu, dedim. Bizim amirin çocuğu yok ki, deyince yüzüm nasıl kızardı anlatamam. Sonra arkadan Ahmet komserim geldi. Vay Cihancım falan filan… Sarıldık. Amirim sizin çocuk yok muydu ya, diye sordum. Bakma sen bizim çocuklara boş ver. Tamam, çocuklar siz de arabayı bırakın, Cihan tanıdık sıkıntı yok, dedi. Bana da, Cihancım kusura bakma üç tane siyah mersedes, renç, bemeve peş peşe görünce şüphelendik birinde de sen çıktın, dedi. Önemli değil amirim, dedim. Sonuçta görevini en çok seven, vatanını en iyi yapandır.
Kimdi bu akıl dolu sözlerin sahibi deyip, kafamı dönüp bakmış, gördüklerime şaşırmıştım. Karşımda ülkücü liseliler beklerken; parmağındaki üç hilal amblemli kocaman yüzüğüyle, anlatmaya devam eden bir adam ve ağızları açık bir şekilde bu adamı dinleyen tek hilalli yüzük takmış, üç adamı görmüştüm. Onlardaki yüzük daha üç hilal olmamıştı. Belki aralarında rütbe gibi bir şeydi bu. Üç hilal mertebesine ulaşan kabadayılık hikâyesi anlatmaya hak kazanıyordu belki.
Şirketten rapor alıp, mesaiden erken çıkmış, evin yakınındaki çorbacıya gitmiştim. Daha fazla dikkat çekmeden, önüme dönüp, yemeğime devam ettim. İlk başta çok komik gelmişti ama gerçekten sözü bu şekilde biliyor olmasınlar diye içimden geçirdim. Sonuçta, bu zihniyet yıllardır görev aşkıyla bizi düdüklüyordu. Aman Levent Kırca çıkarımları yapmayı bırak Sinan, dedim kendi kendime.
Garson boş tabakları alırken, bir yandan da işe yeni başlayan komiye masayı silmesini söylemişti. Çocuk masayı silerken bütün kiri üzerime silkti. Önceden farkında bile olmazdım. Ama o gün dikkatimi çekmişti. İçimden çocuğu uyarmak bile geçti. Aman Allahım ne oluyordu bana böyle, yoksa bir sonraki seviyeye geçip garsona seslenirken bakar mısın, mı diyecektim? Yoksa yoksa daha da ileri gidip; aman be abicim biraz dikkatli ol, diye kızacak mıydım? Yemek biraz geç kaldığında, hakkını kimselere yedirmeyen cevval vatandaş olup; yemekler nerde kaldı acaba yan masa benden sonra gelmesine rağmen onların yemekleri geldi benimki hala yok, uyarı seviyesine mi gelecektim. Çok korkmuştum kendimden. Hemen kendime çekidüzen verdim. Gardaş, dedim varsa bir çay alayım, sonuçta bedava. Olur, abi hemen getiriyorum, dedi. Getirmedi. Unuttu beni zalim. Çay içmeden hesabı ödeyip çıktım. Eve doğru yürürken, komşuların beni görmemesi için içimden dua ediyordum. Mesai saatleri içinde işte olmadığımı gördüklerinde; vah vah Sinan işten mi çıkartılmış neden bu saatte eve geliyor, diye düşünmelerinden korktum. Kimseyi işten kovulduğumu düşündürerek üzmeye hakkım yoktu. Yolumu, en az pencerenin önünden geçecek şekilde değiştirerek eve vardım. Zencefil-bal-ılık su muhteşem üçlüsünün yardımıyla birlikte iki gün dinlenip, komşuları üzmeden işime geri döndüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.