21 Haziran 2015 Pazar

YOL



Yönetmen: Şerif Gören
Senarist: Yılmaz Güney
Oyuncular: Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil  Ergün, Necmettin Çobanoğlu, Tuncay Akça,Meral Oronsay, Sema Uçar, Hikmet Çelik, Sevda Aktolga, Hale Akınlı, Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney, Erdoğan Seren
Müzik: Zülfü Livaneli
Yapım Yılı: 1981

- Resme bak katil gibi çıkmışım. Gören eli kanlı katil beller. 
+ Senin suçun neydi?
- Cinayet.
+ Adam mı vurdun?
- He ya. 
...
- Niye güldünüz ki?
+ Katil gibi çıkmışım dedin de.
- He ya, tıpkı katil.

12 Eylül’den hemen sonra çekilen, gücü elinde bulunduran tüm sistemlere karşı yapılmış, 1982 Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanmış, askeri cunta rejimini, törenin barbarlığını gözler önüne seren müthiş bir film YOL. “Hüznün sayısız tonu, bir çok yüzü vardır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar gibi. Ben, bazı yakın arkadaşlarım aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya çalıştım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da.” der Yılmaz Güney Yol filmi için. 6.5 saat olarak 12 ana karakterin hikayesi olarak kurgulanan film maddi sıkıntılar, dönemin içinde bulunduğu zorluk, teknik sıkıntılar nedeniyle 5 ana karakter olarak 2.15 dakika olarak tekrar kurgulanmış ancak Cannes film festivalininde en uzun olarak 1 saat 50 dakika olması gerektiği öğrenilince bir kaç sahne daha çıkarılarak film son halini almıştır. İmralı yarı açık ceza evinde kalan 5 mahkumun bir haftalık izinlerinde yaşadıkları olaylar üzerinden “hüznün sayısız tonu,birçok yüzü” gösterilmiştir.
Mahkumlardan biri Yusuf(Tuncay Akça), okuma yazma bilmeyen, hapisanede kafeste kuş besleyen yukarıdaki sözlerinde geçtiği gibi fotoğrafta katil gibi çıkan bir karakter. Yusuf’un kafesteki kuşu, 5 ana karakterin film boyunca gösterilen hayatlarının bir simgesidir. Cunta rejimi de dışarıyı bir hapisaneye çevirmiştir. Yusuf kan davasından girmiştir hapisaneye, cinayet işlemiştir. Resimde katil gibi çıkmasına şaşırması, bu topraklarda kan davasının ne kadar normalleştiğinin bir göstergesi olmuştur. Yusuf, izine çıktıktan kısa bir süre sonra, yapılan kontrol sonrasında izin belgesini kaybettiğini anlar. Bu yüzden, iznini nezarethane de geçirmek zorunda kalacaktır. Aslında olan ise Yusuf, okuma yazma bilmediğinden mektubunda karısının öldüğü haberini okuyamamıştır. Yanındakilere okuttuğunda durumu anlarlar ve Yusuf köyüne ulaşıp, gerçeği öğrenmesin diye izin belgesini bir şekilde Yusuf’tan alırlar.

Diğer mahkum Seyit Ali(Tarık Akan), karısı  Zine(Şerif  Sezer)’in geneleve düştüğünü, töre tarafından öldürülmesi gerektiğini, karısının ailesi tarafından gelen mektupta öğrenir. Ailesi öldürme işini Seyit Ali’ye bıraktığından 8 ay boyunca Zine’yi ayağı zincire bağlı şekilde, sadece ekmek ve su vererek bir ahırda tutarlar. Seyit Ali “ Adamın aklı kendine düşman olur mu? Benim aklım bana düşman” der. Ne yapacağını bilemez. Bir yandan karısına merhamet eder bir yandan da ondan nefret eder. İzine çıktığında karısını öldürmek üzere yola çıkar. İlk başta Zine’nin kardeşinin bulunduğu köye gelir. Zine’nin karlı dağlar ardındaki babasının evinde tutulduğunu öğrenir. Zine’ye ulaşmak için, daha önceden o karlı dağlar arasında, soğuktan donarak ölenlerin olduğu yolu aşmak zorundadır.  Zine’nin abisi tarafından, kalınca bir kaban ve at verilir. Yolda atı kendine getirmek, bayılmasını engellemek için kırbaçlar. At, bu kadar darbeye ve soğuğa en sonunda dayanamaz ve bayılır. Daha fazla acı çekmesin diye Seyit Ali tarafından vurularak öldürülür. Film boyunca Tarık Akan ile at arasında duygusal bir bağ olduğundan Tarık Akan atı vuramaz. Onun yerine, kıyafetleri Yılmaz Güney’in kuzenine giydirilir ve atı Güney’in kuzeni vurur. Seyit Ali en sonunda Zine’nin bulunduğu eve varır ve Zine’ye ona dokunmayacağını abisinin yanına götüreceğini söyler. Zine umutlanır. Ancak, Seyit Ali’nin hesabı farklıdır. Abisine götürülürken yolda donacağını bilmektedir. Seyit Ali,  Zine ve çocukları yola koyulurlar. Yolda, Zine dayanamaz Seyit Ali’den istediği yardımlar ancak en son canı çıktığında cevap bulur. Seyit Ali nefret ettiği Zine’nin ölümünü gördüğünde yıkılır. Uyandırmak için kırbaçlar çocuğuyla beraber vururlar ama Zine kurtulamaz.
Mehmet Salih( Halil Ergün), karısının kardeşinin ölümüne, korkaklığından sebep olmuştur. İzine çıktığında her şeye rağmen onu seven ailesiyle birlikte yaşayan karısının yanına gider. Karısına yalan söylemek yerine, korkup kaçtığını bu yüzden kardeşinin öldüğünü itiraf eder. (Korkak bir karakter gibi çizilen Mehmet Salih’in çok cesur olduğunu gösteren bir sahnedir.)  Mehmet Salih’in karısı Emine(Meral Orhonsay) onu affeder ve çocuklarıyla beraber kaçarlar. Kaçışları sırasında trende ki sevişme sahnesi ve baskın yedikleri o an ve sonrasındaki linç kültürünün, herhangi bir etkin kimlik ya da toplumsal sınıf ayırt etmeksizin gösterilmesi, filmin en güzel yanlarından biriydi. Sonrasında Emine’nin kardeşi treni basar ve törenin kuralları işler; Emine ve Mehmet Salih’i öldürür.
Filmin en can alıcı sahnelerinden biri de Ömer(Necmettin Kaplanoğlu)’nun kardeşi ve aynı mücadele içerisinde olduğu arkadaşlarıyla beraber, askerler ile çatışma sonrasında, ölü bedenlerinin bir kamyonet arkasında getirilip, ailelerine tespit edilmesinin istendiği sahnedir.  Ömer abisinin ölü bedeniyle göz göze gelir ama korkusundan birşey diyemez. Cunta rejimi, Ömer’in abisine ölü bir şekilde bile ulaşmasını engellemiştir. Filmde aşk da, tek kelime söylenmeden Ömer ile Gülbahar’ın birbirine bakışları ile çok derinden anlatılır. Ömer’in, abisi öldükten sonra, töre gereği abisinin karısıyla birlikte olacak olması da törenin bu topraklara olan yıkıcı etkisini bir kez daha göstermiştir.
Filmde birçok etkileyici sahne, birçok etkileyici diyalog olmasına rağmen benim en çok etkilendiğim Şevket(Hikmet Taşdemir)’in sözlüsü Meral(Sevda Aktolga) ile olan diyaloğudur.
Şevket:Biliyorsun tahliyemden sonra hemen evleneceğiz. Evin erkeği olarak evde benim sözüm geçerli, ben ne dersem o kabul edilecek! Mesela ben kara dedim değil mi sen de diyeceksin ki o karadır! Erkeklerle konuşmak, şakalaşmak kesinlikle olamaz kızarım, çok kızarıım! Kardeşlerin, yakın akrabaların haricinde başkalarının erkekleriyle konuşmak, sohbet etmek yok. Ben ne dersem o olacak sözümden çıkmak yok öyle şöyle giyineyim böyle giyineyim yok. Kızarım çok kızarım, hiç sevmem! Ne giyeceksin ne yapacaksın ben tayin ederim tamam mı!
Meral:Tamam. Ne güzel diyorsun. Bunları mapushanede mi ögrendin? 

Bu konuşmadan hemen sonraki sahnede ise aşağıdaki diyalog gerçekleşir.
Ş:Bir daha kim bilir ne zaman görüşeceğiz.
M: Mektup yaz bana uzun uzuuun yaz. Sizin yeni evin adresine yaz, bize yazma babam kızar sonra.
Ş:Eee eski kafalı adam ne diyeceksin.
Aslında hepimiz, kendini hep yakıştırdığı iyi sıfatlarla gören birer Şevkiyiz bizler geri kafalı değiliz. Bizlerin hiçbir kötü özelliği yok!
Filmin çekimlerine, Yılmaz Güney ilk başta Erden Kıral ile başlamış. Ancak daha sonra ortaya çıkan ilk sonuçlardan memnun kalmayan Güney, Zeki Öktem’i düşünmüş. Öktem ise başkasının başladığı bir işi devam ettirmek istememiş ve sonunda filmi Şerif Gören tamamlamıştır.
 Güney cezaevindeyken izine çıkan arkadaşlarından, döndüklerinde izin sırasında yaşadıkları olayları anlatmalarını istemiş ve bu olayların kaleme tutulmasını sağlamış ve filmin senaryosu temel olarak böyle oluşturulmuştur.  Filmin çekimleri sırasında, birçok zorluk yaşanmıştır. Cezaevi yönetiminden, filmin yurtdışında Türkiye’de ki cezaevlerinin ne kadar iyi olduğunu gösteren bir film olduğu söylenilerek gerekli izinler alınmıştır.
Filmin en güzel yanlarından bir diğeri ise; Alejandro González Iñárritu’yu sinema yapmaya teşvik etmesi olmuştur. Meksikalı yönetmene ait “Eskiden sinema ile alakam yoktu. Sokaklarda serseri gibi gezerdim. Bir gün Yol diye bir film izledim ve sinema yapmaya karar verdim.” sözü Yol filminin ne kadar önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serer. Belki de Yol filmi olmasa; 21 gram, Babil ve Birdman filmleri hiç olmayacaktı.

Filmin müziklerini ise Sürü filminin de müziklerini de yapan Zülfü Livaneli’dir. Bir gün, Livaneli Atina’dayken, kendisine İsviçre’den bir telefon gelir. Arayan Yol filminin yapımcılığını üstlenen Kaktüs filmdir. Livaneli’yle görüşmek istediklerini belirtirler. Tüm masraflar, biletler ayarlanmıştır. Livaneli atlar gider. Görüşmeyi ayarlayanlar Livaneli’yi alıp Fransa’nın dağlık kasabalarından birinde, bir sinemaya götürürler. Sinemada, Yol filminin montajlanmamış hali oynuyormuş. O sırada Güney, Livaneli’ye sarılmış. O karanlıkta hemen hissetmiş Livaneli, sarılanın Yılmaz Güney olduğunu. Filmin müzikleri de bu yolculuğun sonucunda oluşturulmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.