23 Ocak 2016 Cumartesi

Kaybedince daha çok seveceksin

"Gündüzleri okullarda
Geceleri disko barda
Bazı bazı karakolda
Senin için yaşıyoruz"
Kimsenin ne okula gider gibi bir hali vardı ne de disko bara, bazı bazı değil her zaman karakoldaymış gibi bir hal vardı hepsinde sadece, tezahürattaki tek gerçeklik buydu ama yanlarında tüm gücümle beraber onları doğrularcasına bağırıyordum. Annemin, dışarı çıkarken uyardığı kötü çocuklardı hepsi.
Birbirine girmiş saçı sakalı, üzerine Altay amblemi dikilmiş, Del Piero'nun 10 numaralı siyah beyaz çubuklu Juventus formasıyla, bizi kutsuyordu. Hıristiyanların papasının, Müslümanların son halifesinin, Buda'nın, Konfüçyüs’ün tek vücutta toplanmış hali gibiydi. Soyunsun herkes diyor, kışın ortasında havaya aldırmadan herkes soyunuyor, kutsanmanın verdiği güçle, hiç kimse üşümüyordu. Bir tribün lideri değil, bir hareketin öncüsü gibiydi, biz de onun müritleriydik. On yaşındaydım. O yaşıma kadar en çok kimi seviyorsun sorusuna; annem, babam, abim dışında bir cevap vermemiştim. Başka bir şeyin, aile kadar sevilip sevilmeme gibi bir durumunun olduğunu bilmiyordum. Onun sayesinde öğrendim. Bir insanın herhangi bir şeyi bu kadar çok seviyor olmasını, kanlı canlı olarak onda görmüş, çok etkilenmiştim. Demek ki Altay sevgisi bunu insana yaptırabiliyordu. O gün Deli Suat sayesinde Altaylı olmuştum ama Altay’a onun kadar bağlanmam için biraz daha zaman gerekiyordu.
 Abimin lisesinde dağıtılan biletler sayesinde; her hafta abimle maça gitmeye başlamıştık. Abimin gelmediği zamanlar, bilet parası vermemek için stat dışında bekler, büyüklerimden; beraber stada girmeyi rica ederdim. Onlarda “Bu kibarlık ne ağuğa goyıım bizde de bilet yok. Yanımızda dur. Birazdan salak yapıp içeri gireriz.” derlerdi. Yani bir keresinde böyle olmuştu her zaman olan bir şey değil. 90’ların sonunda, tribündeki olayların şimdikinden çok daha kötü olduğu zamanlarda tek başıma bu şekilde maça giderdim. İçeri girer girmez gözlerimiz Suat Abi’yi arıyor; onun bulunduğu bölgenin arkasına geçiyorduk. Televizyonda izlediğim maçlarda gördüğümden çok daha farklı bir tribün oluyordu. Ayrıca Altay tribünü çok misafirperver bir oluşuma sahipti. Çok nadir olan olayların dışında Altay taraftarı asla rakip takım taraftarına saldırmaz, taşkınlık çıkarmaz, kavgaya girmezdi. Öyle efendi bir taraftar kültürü vardı; hep kendi aramızda kavga ederdik. Misafirleri hiç üzmezdik ki hala bu gelenek devam ediyor.
 Altaylı olduğum ilk sezonun sonunda Altay ligden düştü. Altaylı olduktan sonra bıraktığım takım ise Türkiye’de daha önce hiçbir takımın kazanamadığı başarılara imza atmaya başlamıştı. Bir sonraki sezon toparlanıp, 1. Lige döndüysek de, ertesi sezon yine ligden düşmüştük. Altaylı olmamla beraber takımın başarısı, eksponansiyel olarak azalmaya başladı. 30 Mayıs 2007, 15 Mayıs 2009, 15 Mayıs 2011 ve 19 Nisan 2015 gibi travmalar yaşandı. Stadımız yıkıldı. Üst liglere çıkmamız devlet eliyle engellendi ama hala her hafta sonu tribüne koşan manyak sayısında herhangi bir değişiklik yok. Sayımız aynı, değişen tek şey her birimizin sevgisinde olan artış. Bu sevgiyle beraber, “Ben daha çok seviyorum, sen Altay için ne yaptın lan! Yok ben daha Altaylıyım sen siktir boksun” gibi muhabbetlere girsek de her birimiz kaybedince daha çok sevmeye, Altay için elimizden geleni fazlasıyla yapmaya başladık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.