Yönetmen: Şerif Gören
Senarist: Yılmaz Güney
Oyuncular: Tarık Akan, Şerif
Sezer, Halil Ergün, Necmettin Çobanoğlu,
Tuncay Akça,Meral Oronsay, Sema Uçar, Hikmet Çelik, Sevda Aktolga, Hale Akınlı,
Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney,
Erdoğan Seren
Müzik: Zülfü Livaneli
Yapım
Yılı: 1981
- Resme bak katil gibi
çıkmışım. Gören eli kanlı katil beller.
+ Senin suçun neydi?
- Cinayet.
+ Adam mı vurdun?
- He ya.
...
- Niye güldünüz ki?
+ Katil gibi çıkmışım dedin de.
- He ya, tıpkı katil.
+ Senin suçun neydi?
- Cinayet.
+ Adam mı vurdun?
- He ya.
...
- Niye güldünüz ki?
+ Katil gibi çıkmışım dedin de.
- He ya, tıpkı katil.
12
Eylül’den hemen sonra çekilen, gücü elinde bulunduran tüm sistemlere
karşı yapılmış, 1982 Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanmış,
askeri cunta rejimini, törenin barbarlığını gözler önüne seren müthiş bir film
YOL. “Hüznün sayısız tonu, bir çok yüzü vardır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar
gibi. Ben, bazı yakın arkadaşlarım aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi
anlatmaya çalıştım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz
bulunsa da.” der Yılmaz Güney Yol filmi için. 6.5 saat olarak 12 ana karakterin
hikayesi olarak kurgulanan film maddi sıkıntılar, dönemin içinde bulunduğu
zorluk, teknik sıkıntılar nedeniyle 5 ana karakter olarak 2.15 dakika olarak
tekrar kurgulanmış ancak Cannes film festivalininde en uzun olarak 1 saat 50
dakika olması gerektiği öğrenilince bir kaç sahne daha çıkarılarak film son
halini almıştır. İmralı yarı açık ceza evinde kalan 5 mahkumun bir haftalık
izinlerinde yaşadıkları olaylar üzerinden “hüznün sayısız tonu,birçok yüzü”
gösterilmiştir.
Mahkumlardan
biri Yusuf(Tuncay Akça), okuma yazma bilmeyen, hapisanede kafeste kuş besleyen
yukarıdaki sözlerinde geçtiği gibi fotoğrafta katil gibi çıkan bir karakter.
Yusuf’un kafesteki kuşu, 5 ana karakterin film boyunca gösterilen hayatlarının
bir simgesidir. Cunta rejimi de dışarıyı bir hapisaneye çevirmiştir. Yusuf kan
davasından girmiştir hapisaneye, cinayet işlemiştir. Resimde katil gibi
çıkmasına şaşırması, bu topraklarda kan davasının ne kadar normalleştiğinin bir
göstergesi olmuştur. Yusuf, izine çıktıktan kısa bir süre sonra, yapılan
kontrol sonrasında izin belgesini kaybettiğini anlar. Bu yüzden, iznini
nezarethane de geçirmek zorunda kalacaktır. Aslında olan ise Yusuf, okuma yazma
bilmediğinden mektubunda karısının öldüğü haberini okuyamamıştır. Yanındakilere
okuttuğunda durumu anlarlar ve Yusuf köyüne ulaşıp, gerçeği öğrenmesin diye
izin belgesini bir şekilde Yusuf’tan alırlar.
Diğer mahkum Seyit Ali(Tarık
Akan), karısı Zine(Şerif Sezer)’in geneleve düştüğünü, töre tarafından
öldürülmesi gerektiğini, karısının ailesi tarafından gelen mektupta öğrenir. Ailesi
öldürme işini Seyit Ali’ye bıraktığından 8 ay boyunca Zine’yi ayağı zincire bağlı
şekilde, sadece ekmek ve su vererek bir ahırda tutarlar. Seyit Ali “ Adamın
aklı kendine düşman olur mu? Benim aklım bana düşman” der. Ne yapacağını
bilemez. Bir yandan karısına merhamet eder bir yandan da ondan nefret eder. İzine
çıktığında karısını öldürmek üzere yola çıkar. İlk başta Zine’nin kardeşinin
bulunduğu köye gelir. Zine’nin karlı dağlar ardındaki babasının evinde
tutulduğunu öğrenir. Zine’ye ulaşmak için, daha önceden o karlı dağlar arasında,
soğuktan donarak ölenlerin olduğu yolu aşmak zorundadır. Zine’nin abisi tarafından, kalınca bir kaban
ve at verilir. Yolda atı kendine getirmek, bayılmasını engellemek için
kırbaçlar. At, bu kadar darbeye ve soğuğa en sonunda dayanamaz ve bayılır. Daha
fazla acı çekmesin diye Seyit Ali tarafından vurularak öldürülür. Film boyunca
Tarık Akan ile at arasında duygusal bir bağ olduğundan Tarık Akan atı vuramaz.
Onun yerine, kıyafetleri Yılmaz Güney’in kuzenine giydirilir ve atı Güney’in
kuzeni vurur. Seyit Ali en sonunda Zine’nin bulunduğu eve varır ve Zine’ye ona
dokunmayacağını abisinin yanına götüreceğini söyler. Zine umutlanır. Ancak,
Seyit Ali’nin hesabı farklıdır. Abisine götürülürken yolda donacağını
bilmektedir. Seyit Ali, Zine ve
çocukları yola koyulurlar. Yolda, Zine dayanamaz Seyit Ali’den istediği
yardımlar ancak en son canı çıktığında cevap bulur. Seyit Ali nefret ettiği
Zine’nin ölümünü gördüğünde yıkılır. Uyandırmak için kırbaçlar çocuğuyla
beraber vururlar ama Zine kurtulamaz.
Mehmet Salih( Halil Ergün),
karısının kardeşinin ölümüne, korkaklığından sebep olmuştur. İzine çıktığında her şeye
rağmen onu seven ailesiyle birlikte yaşayan karısının yanına gider. Karısına
yalan söylemek yerine, korkup kaçtığını bu yüzden kardeşinin öldüğünü itiraf
eder. (Korkak bir karakter gibi çizilen Mehmet Salih’in çok cesur olduğunu
gösteren bir sahnedir.) Mehmet Salih’in
karısı Emine(Meral Orhonsay) onu affeder ve çocuklarıyla beraber kaçarlar.
Kaçışları sırasında trende ki sevişme sahnesi ve baskın yedikleri o an ve
sonrasındaki linç kültürünün, herhangi bir etkin kimlik ya da toplumsal sınıf
ayırt etmeksizin gösterilmesi, filmin en güzel yanlarından biriydi. Sonrasında Emine’nin
kardeşi treni basar ve törenin kuralları işler; Emine ve Mehmet Salih’i
öldürür.
Filmin en can alıcı sahnelerinden
biri de Ömer(Necmettin Kaplanoğlu)’nun kardeşi ve aynı mücadele içerisinde
olduğu arkadaşlarıyla beraber, askerler ile çatışma sonrasında, ölü
bedenlerinin bir kamyonet arkasında getirilip, ailelerine tespit edilmesinin
istendiği sahnedir. Ömer abisinin ölü
bedeniyle göz göze gelir ama korkusundan birşey diyemez. Cunta rejimi, Ömer’in
abisine ölü bir şekilde bile ulaşmasını engellemiştir. Filmde aşk da, tek
kelime söylenmeden Ömer ile Gülbahar’ın birbirine bakışları ile çok derinden
anlatılır. Ömer’in, abisi öldükten sonra, töre gereği abisinin karısıyla
birlikte olacak olması da törenin bu topraklara olan yıkıcı etkisini bir kez
daha göstermiştir.
Filmde birçok etkileyici sahne,
birçok etkileyici diyalog olmasına rağmen benim en çok etkilendiğim Şevket(Hikmet
Taşdemir)’in sözlüsü Meral(Sevda Aktolga) ile olan diyaloğudur.
Şevket:Biliyorsun tahliyemden
sonra hemen evleneceğiz. Evin erkeği olarak evde benim sözüm geçerli, ben ne
dersem o kabul edilecek! Mesela ben kara dedim değil mi sen de diyeceksin ki o
karadır! Erkeklerle konuşmak, şakalaşmak kesinlikle olamaz kızarım, çok
kızarıım! Kardeşlerin, yakın akrabaların haricinde başkalarının erkekleriyle
konuşmak, sohbet etmek yok. Ben ne dersem o olacak sözümden çıkmak yok öyle
şöyle giyineyim böyle giyineyim yok. Kızarım çok kızarım, hiç sevmem! Ne giyeceksin
ne yapacaksın ben tayin ederim tamam mı!
Meral:Tamam. Ne güzel diyorsun. Bunları mapushanede mi ögrendin?
Meral:Tamam. Ne güzel diyorsun. Bunları mapushanede mi ögrendin?
Bu konuşmadan hemen sonraki sahnede ise aşağıdaki diyalog gerçekleşir.
Ş:Bir daha kim bilir ne zaman görüşeceğiz.
M: Mektup yaz bana uzun uzuuun yaz. Sizin yeni evin adresine yaz, bize yazma babam kızar sonra.
Ş:Eee eski kafalı adam ne diyeceksin.
Aslında
hepimiz, kendini hep yakıştırdığı iyi sıfatlarla gören birer Şevkiyiz bizler geri
kafalı değiliz. Bizlerin hiçbir kötü özelliği yok!
Filmin
çekimlerine, Yılmaz Güney ilk başta Erden Kıral ile başlamış. Ancak daha sonra
ortaya çıkan ilk sonuçlardan memnun kalmayan Güney, Zeki Öktem’i düşünmüş.
Öktem ise başkasının başladığı bir işi devam ettirmek istememiş ve sonunda
filmi Şerif Gören tamamlamıştır.
Güney cezaevindeyken izine çıkan
arkadaşlarından, döndüklerinde izin sırasında yaşadıkları olayları
anlatmalarını istemiş ve bu olayların kaleme tutulmasını sağlamış ve filmin
senaryosu temel olarak böyle oluşturulmuştur.
Filmin çekimleri sırasında, birçok zorluk yaşanmıştır. Cezaevi yönetiminden,
filmin yurtdışında Türkiye’de ki cezaevlerinin ne kadar iyi olduğunu gösteren
bir film olduğu söylenilerek gerekli izinler alınmıştır.
Filmin
en güzel yanlarından bir diğeri ise; Alejandro González Iñárritu’yu sinema
yapmaya teşvik etmesi olmuştur. Meksikalı yönetmene ait “Eskiden sinema ile
alakam yoktu. Sokaklarda serseri gibi gezerdim. Bir gün Yol diye bir film
izledim ve sinema yapmaya karar verdim.” sözü Yol filminin ne kadar
önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serer. Belki de Yol filmi olmasa; 21
gram, Babil ve Birdman filmleri hiç olmayacaktı.
Filmin
müziklerini ise Sürü filminin de müziklerini de yapan Zülfü Livaneli’dir. Bir
gün, Livaneli Atina’dayken, kendisine İsviçre’den bir telefon gelir. Arayan Yol
filminin yapımcılığını üstlenen Kaktüs filmdir. Livaneli’yle görüşmek
istediklerini belirtirler. Tüm masraflar, biletler ayarlanmıştır. Livaneli
atlar gider. Görüşmeyi ayarlayanlar Livaneli’yi alıp Fransa’nın dağlık
kasabalarından birinde, bir sinemaya götürürler. Sinemada, Yol filminin
montajlanmamış hali oynuyormuş. O sırada Güney, Livaneli’ye sarılmış. O
karanlıkta hemen hissetmiş Livaneli, sarılanın Yılmaz Güney olduğunu. Filmin
müzikleri de bu yolculuğun sonucunda oluşturulmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.